Bu yazıda, Haruki Murakami’nin Kumandanı Öldürmek adlı kitabını ele alacağım.

Olağanüstü Kurgu

Murakami’nin kült eserleri arasında olan “Kumandanı Öldürmek” romanında olağanüstü bir kurgu var. Bu kurguları zaten Murakami severler bilirler. Ama burada sanki başka türlü bir şey var; büyü gibi bir şey. O kalın kitabı (848 sayfa) açtığınızda, sanki bir güç sizi o kitabın içine alıyor ve başlıyorsunuz rüyaya dalmaya.

Kitabın Özeti

Romanın baş karakteri sıradan bir ressamdır. Bu ressam öyle bilindik ve popüler birisi değil. Sıradan portreler çizen bir ressamdır. Sıradan bir yaşamı vardır ama bir gün karısının ona “boşanmak istiyorum” demesiyle hayatı bir anda değişir. Başta evden ayrılır, kısa bir seyahate çıkar, daha sonra bir arkadaşının evinde yerleşir. Bütün olaylar o evde ve o bölgede yaşanır. Evine yerleşen kişi ünlü bir ressamdır ve o ressamın yaptığı resim, baş karakterin bütün hayatı değişir. Tabloyu bulunca ve görünce olaylar peşi sıra yaşanır. Önce ressamımızın hayatına zengin bir adam girer ve ona portresini yaptırır. Sonra bir kız çocuğu hayatına girer (bu çocuk zengin adamla bağlantılı) bu bağlantı romanın temelini oluşturuyor.

Baş karakterimiz geceleri tuhaf bir çan sesi duyuyor ve olaylar o çan sesiyle başlıyor. Başta tablodaki kumandan görünüyor. Kumandan ressamın evine arada bir uğramaya başlıyor. Zaten kumandandan sonra işler iyice karışıyor işin içine idealar, metaforlar giriyor.

Romanda iki müziğin üstünde çok duruluyor: Mozart’ın Don Giovanni’si ve Strauss’un Güllü Şovalye’si baş karakterimiz sürekli bunları dinliyor.

Yukarıda acemi bir şekilde çok fazla tüyo vermeden özetini yapmaya çalıştım. Bence bir Murakami romanını özetleme çalışmak biraz dahi işidir gibi gelir bana. Nereden başlarsan başla eksik kalır hep.

Romandan Aldığım Notlar

Haruki Murakami

Kitapta sonlara doğru okuduğum bir kısım beni epey düşündürdü. Burada Murakami, oluşturduğu karaktere şunu söyletiyordu: “Sanatsal eylem dediğin kesinlikle tek yönlü değildir.” Bir ‘alışveriş’ olmak zorunda, diyordu. Ben bu kısmı not defterime şöyle yazmışım: Sanatsal eylem hem yapanı hem de onu dinleyen, okuyan, izleyen kişiyi yormalı. Gerçek sanatçı, sanatı için yoğun bir çaba göstererek onu ortaya koyar ve biz onun yaptığı sanata yüzeysel bir şekilde baktığımızda, aslında sanatçıya saygısızlık yapmış oluyoruz ve onun için bir sanat eserini yoğun bir çabayla, gerekirse baş ağrıtarak okumalıyız, dinlemeliyiz ve izlemeliyiz. Yani kısacası sanatçı gibi onunla tek vücut olmalıyız. Sanatçıya saygımızı böyle gösterebiliriz. Schuhmann’nın da buna benzer bir lafı vardır: “Sanatçının günlerine, haftalarına, aylarına, hatta yıllarına mal olan şey, amatör biri tarafından bir anda anlaşılabilir mi?”

Kendi Eleştirim

Murakami her kitabında olduğu gibi burada da güçlü bir kurgu oluşturuyor. Hiç sıkılmadan okudum desem yalan olur, bazı kısımlar gereğinden fazla uzundu. Gerçi Murakami detayların yazarı ama bazı kısımlarda beni kitaptan kopardı. Her ne kadar Murakami sevdalısı olsam da. Romanın final kısmına geleceğim. Aşağı yukarı 600. sayfada anlıyorsunuz nasıl bir son olacağını. Sonu anlamak pek mühim de değil bence. Murakami zarif ve detaylı üslubu için, sonunu baştan bilsekte okunabilir. Kitap metaforlarla zenginleştirilmiş. Bir röportajında Murakami’ye burada ne anlatmak istediniz diye sorulduğunda, şu cevabı veriyor: “Ben hiçbir şeyi açıklayamam. Kendimden, dünyadan metaforik olarak bahsediyorum; metaforları açıklayamaz veya analiz edemezsiniz. Sadece bu biçimi kabul edersiniz.” Röportajın sonunda “Her kitap bir metafordur” diyor. Bu metafor meselesi açıkçası beni epey düşündürüyor, bu yüzden Murakami okumayı seviyorum. Yukarıda bahssetiğim “zihin yorma” işlemini (tabii ki faydalı olarak) Murakami sağlıyor sadece edebiyatta değil müzikte de. İşte bu yüzden Murakami.

Kategori:

Etiketler:

, ,