Halide Edib Adıvar ile Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde farklı roller üstlenmiş, ancak aynı ideale -bağımsız ve modern bir Türkiye’ye- inanan iki güçlü figürdür. Ancak bu ortak hedefe rağmen aralarında zamanla derin fikir ayrılıkları ortaya çıkmış, ilişkileri giderek daha gergin bir hâl almıştır. Bu ayrılık yalnızca siyasi tercih farklılıklarıyla değil, kişisel algılar, liderlik anlayışı, toplumsal dönüşümle ilgilidir.
Aynı Cephede Omuz Omuza
Halide Edib, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde yetişmiş, iyi eğitimli, Batı dillerine hâkim ve toplumsal meselelerde son derece duyarlı bir aydındır. Kadın hakları savunuculuğu, edebiyatçılığı ve entelektüel yönüyle öne çıkmıştır. Millî Mücadele sürecinde halkın direnişine entelektüel bir zemin hazırlamak adına yazılar yazmış, konferanslar vermiştir. 1919’da Sultanahmet Meydanı’nda yaptığı meşhur konuşma, işgale karşı halkı ayağa kaldıran en önemli mitinglerden biri olarak tarihe geçmiştir.
Milletler dostumuz, hükümetler düşmanımız
Mustafa Kemal ise aynı dönemde askeri ve siyasi dehasıyla ön plana çıkmış, Osmanlı’nın çöküşü karşısında bağımsızlıkçı bir çizgiyi savunmuştur. Halide Edib, Mustafa Kemal’in Anadolu’daki direnişini desteklemiş ve onun davetiyle Sivas’a geçmiştir. Burada hem Anadolu Ajansı’nın kuruluşuna katkı sunmuş hem de Halide Onbaşı unvanıyla cephe gerisinde aktif görevler üstlenmiştir. Millî Mücadele boyunca ikili arasında bir iş birliği ve karşılıklı saygı ortamı bulunmaktaydı.
Mandacılık Meselesi
İkili arasındaki en erken görüş ayrılıklarından biri, Mondros Mütarekesi sonrası gündeme gelen “manda ve himaye” tartışmalarıydı. Halide Edib, bu dönemde Amerikan mandasını savunan aydınlar arasında yer almıştı. Ona göre Osmanlı Devleti’nin dağılması ve iç karışıklıkların derinleşmesi sonucunda, belirli bir süre için Amerikan yönetimi altında kalmak, ülkenin modernleşmesi ve kalkınması açısından bir fırsat olabilirdi. Halide Edib’in bu görüşü, özellikle 1919’da kurulan Wilson Prensipleri Cemiyeti üyeliğiyle somutlaşmıştır.
Mustafa Kemal ise mandacılığı kesin bir şekilde reddetmiş, bu tür bir bağımlılığın milletin haysiyetine ve istiklaline aykırı olduğunu belirtmiştir. Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınan kararlar da mandayı açıkça reddeder nitelikteydi. Bu noktadan sonra Halide Edib ile Mustafa Kemal’in Türkiye’nin geleceğine dair tasavvurları farklı yönlerde şekillenmeye başlamıştır.
Cumhuriyet’in Kuruluşu ve Fikir Uyuşmazlıklarının Derinleşmesi
1923’te Cumhuriyet’in ilanı, Halide Edib tarafından ilke olarak desteklenmiş, ancak yeni rejimin uygulama biçimi konusunda ciddi eleştirileri olmuştur. Halide Edib, demokrasinin işler kılındığı, farklı seslerin temsil edildiği bir yönetim modelini savunmuştur. Buna karşılık Atatürk ve kadrosu, halkın yeterince bilinçli olmadığı gerekçesiyle önce otoriter ama reformist bir yönetim anlayışını benimsemiştir.
Halide Edib, özellikle halifeliğin kaldırılması, Tekke ve Zaviyelerin kapatılması, Latin harflerine geçiş ve kadınlara yönelik reformlar gibi laikleşme adımlarına ilkesel olarak karşı olmamakla birlikte, bu reformların toplumun sosyolojik yapısı dikkate alınmadan “tepeden inme” bir şekilde gerçekleştirilmesini eleştirmiştir. Ona göre reformlar, toplumu dışlayarak değil, toplumla birlikte yapılmalıydı. Bu durum, Halide Edib’in “devrim değil evrim” prensibine olan bağlılığını yansıtır.
Takrir-i Sükûn Dönemi ve Yurt Dışından Gelen Eleştiriler
1925’te çıkan Şeyh Sait İsyanı sonrasında ilan edilen Takrir-i Sükûn Kanunu, Halide Edib’in rejime olan mesafesini artırmıştır. Kanunla birlikte muhalefet bastırılmış, basın susturulmuş, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatılmıştır. Bu baskıcı ortam, Halide Edib’in eşi Dr. Adnan Adıvar ile birlikte yurt dışına çıkmasına neden olmuştur.
1926’da Atatürk’e yönelik İzmir Suikastı girişiminin ardından başlatılan tasfiye süreci, muhalif isimlerin yargılanmasına ve sindirilmesine yol açmıştır. Bu gelişmeler karşısında Halide Edib, rejimin otoriterleştiği kanaatine varmış ve bunu yurt dışında açıkça dile getirmiştir.
Yurt dışında bulunduğu dönemde (özellikle İngiltere ve Fransa’da), Halide Edib çeşitli üniversitelerde dersler verdi ve konferanslar düzenledi. 1930’da yayımlanan “Turkey Faces West” adlı kitabında Türkiye’nin modernleşme hamlelerini ele almış, ancak bu sürecin demokratik değerlerden ve halkın katılımından yoksun yürütüldüğünü vurgulamıştır. Atatürk’ün şahsına doğrudan saldırıdan kaçınsa da, rejimin “tek adam yönetimine” evrildiği eleştirisi, kitapta belirgin biçimde yer almaktadır. Bu kitap, Halide Edib’in yurt dışından rejime ve Atatürk yönetimine yönelik en önemli eleştirel metinlerinden biridir.
Kişisel Anlaşmazlıklar
Halide Edib ve Atatürk arasındaki gerilimin yalnızca politik değil, aynı zamanda kişisel bir boyutu da vardı. Atatürk, Halide Edib’in uluslararası kamuoyunda sahip olduğu itibarı ve özellikle İngilizce kaleme aldığı eserlerdeki etkisini potansiyel bir tehdit olarak görüyordu. Halide Edib ise Atatürk’ün liderliğini küçümsememekle birlikte, lider kültüne dönüşen bu yönetim biçiminin uzun vadede Türkiye’nin demokratikleşmesini engelleyeceğine inanıyordu.
Halide Edib’in entelektüel çevrelerde daha çok takdir görmesi, Batı basınında kadın kimliğiyle temsil edilmesi ve Atatürk’ün bu süreçte yalnızca bir “devrimci lider” olarak konumlandırılması, aralarındaki rekabet duygusunu da beslemiştir. Özellikle yurt dışındaki konuşmalarında Halide Edib’in Atatürk’ün ismini az kullanması, bu mesafenin ve kırgınlığın bir göstergesi olarak yorumlanır.
Türkiye’ye Dönüş
Halide Edib, II. Dünya Savaşı öncesinde, 1939 yılında Türkiye’ye dönerek İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı profesörlüğüne atanmıştır. Ancak bu dönemde siyasi alanda aktif olmamış, Cumhuriyet Halk Partisi ile mesafesini korumuştur. Atatürk’ün 1938’deki vefatından sonra da kendisiyle ilgili herhangi bir kişisel anı ya da övgü yazmamış, kamuya açık bir taziye metni yayımlamamıştır. Bu da ikili arasındaki kırgınlığın hayatlarının sonuna kadar sürdüğüne işaret etmektedir.
Sonuç olarak, Halide Edib Adıvar ile Mustafa Kemal Atatürk arasındaki ilişki, bir milletin kaderine yön vermeye çalışan iki büyük karakterin çatışması olarak da okunabilir. Aralarındaki fikir ayrılıkları, yalnızca kişisel değil, aynı zamanda modernleşme ve demokrasi anlayışlarının farklılığından da kaynaklanmaktadır. Bu çerçevede Halide Edib’in duruşu, Cumhuriyet tarihinin erken dönemine dair alternatif bir bakış açısı sunmaktadır.

Halide Edib Hakkında Okunması Gereken Kitaplar
1. Zehra F. Arat – Halide Edib and the Politics of Turkish Feminism
İngilizce yazılmış kapsamlı bir incelemedir. Halide Edib’in kadın hakları savunuculuğu ve feminist düşüncesi mercek altına alınır.
2. İpek Çalışlar – Halide Edib: Biyografisine Sığmayan Kadın (Everest Yayınları)
3. Fatma Aliye Topuz – Halide Edib Adıvar
Halide Edib’in erken dönem edebi etkilenmeleri ve kadın kimliği bu kitapta öne çıkar.
4. Ayşe Durakbaşa – Halide Edib ve Türk Modernleşmesi